Yaşamın Dört Boyutunda Bütünlük Arayışı
Yaşarken kendimizi zaman zaman içsel olarak karmaşık, bulanık ya da yerinden oynamış hissederiz. Düşünceler net değildir, duygular ise birbirine karışmıştır. Bu tür deneyimler çoğunlukla kişinin hem kendisiyle hem de çevresiyle olan bağının zayıfladığı dönemlerde ortaya çıkar. Bu bağlantı sadece sosyal ilişkiler değil, aynı zamanda bedensel farkındalık, duygusal temas ve yaşamla ilgili yön hissini de kapsar.
Psikoterapide bu gibi durumlar çoğu zaman bir “temas” sorunu olarak ele alınır. Kişi hem bedeninde olan biteni fark edemez hem duygularını net olarak hissedemez, hem de çevresiyle ve hayatla kurduğu bağda bir eksiklik hisseder. Olan biten her şey çok yakında gibidir ama bir o kadar da uzak ve ulaşılmazdır.
Duyguların yaşanabilir hale gelmesi için önce onların fark edilmesi, ardından da kişinin onlarla kalabilmesi gerekir. Duygular hem bastırıldığında hem de fazla açıklanmaya zorlandığında bulanıklaşabilir. Oysa bazı duygular, sadece hissedilmeyi bekler; hemen çözülmeyi değil.
Bedenle temas da bu bütünlüğün temel bir parçasıdır. Yorgunluk, gerginlik, ağrılar ya da boşluk hissi, bunların çoğu yalnızca fiziksel değil, duygusal ve ilişkisel yüklerin ifadesi olabilir. Terapi süreci bazen yalnızca bu bedensel deneyimlere alan açmakla bile büyük değişimlere yol açar. Beden, çoğu zaman zihinden önce konuşur ama genellikle en son fark edilir.
Sosyal ilişkilerde yaşanan zorluklar da bu genel temas kaybının bir yansıması olabilir. Bir başkasıyla yakınlık kurmak, sınır çizebilmek, kendini ifade edebilmek, bunların her biri kişinin içsel dengesine doğrudan bağlıdır. İnsanlarla bağ kurmak da o bağları sürdürebilmek de içsel kaynaklarla mümkündür. Kendilik duygusu zayıfladığında sosyal ilişkiler de zorlaşır.
Yaşamda yön duygusunun kaybolması da kişiyi anlam arayışına iter. Nereye ait olduğunu, ne yapmak istediğini ya da neyin değerli olduğunu bilememek yalnızca kafa karışıklığı yaratmaz; aynı zamanda kişiyi içsel olarak da yorabilir. Bu da tinsel dediğimiz boyutta bir temassızlık halidir. Bireyin hayatla, değerleriyle ve amacıyla kurduğu bağ zayıfladığında yaşantının kendisi anlamsızlaşır.
Bu dört boyut – bedensel, duygusal, sosyal ve tinsel – birbirinden ayrı değil, tam tersine iç içe geçmiştir. Biri zayıfladığında diğerleri de etkilenir. Terapi, bu alanlara dikkatle yaklaşmak, deneyimi açığa çıkarmak ve kişinin kendisiyle olan bağını yeniden kurması için bir alan yaratır. Bu bağ bazen çok küçük adımlarla kurulur. Sessizlikle, bir duyguya izin vererek, bir bedensel duyumu fark ederek ya da hayatta ilk kez anlamlı gelen bir soruya cevap arayarak…
Kendini toparlamaya çalışmak bazen dışsal bir çözüm bulmakla değil, içsel temasın yeniden kurulmasıyla mümkün olur. Bu da kişinin yaşantısını sadece düşünerek değil, doğrudan yaşayarak anlamlandırmasıyla başlar.
Kaynakça
Perls, F., Hefferline, R., & Goodman, P. (1951). Gestalt Therapy: Excitement and Growth in the Human Personality.
Zahavi, D. (2003). Husserl's Phenomenology. Stanford University Press.