Gördüğümüz imgeler zihnimizi nasıl şekillendiriyor?

Her gün karşılaştığımız görseller, reklamlar, diziler, haberler, sosyal medya içerikleri, her gün gözümüzün önünde akıp giden tüm bu imgeler yalnızca dış dünyayı değil, bizi de etkiliyor. Bu etkilerin çoğu zaman farkında bile değiliz. Gördüğümüz her görsel, beynimizde bir iz bırakır. Bu izler, zamanla duygu dünyamıza, düşüncelerime ve hatta kararlarımıza yön verir. Sürekli idealize edilmiş beden imgeleriyle karşılaşan biri, zamanla kendi bedenine karşı memnuniyetsizlik geliştirebilir. Ya da tekrar tekrar başarılı profillerin gösterildiği dijital dünyada başarıya ulaşamama kaygısı, yetersizlik hissi büyüyebilir. Görsel kültür, yalnızca estetik bir mesele mi, yoksa iç dünyamızı da şekillendiren bir alan mı?

Jean Baudrillard’a göre, modern dünyada gerçeklik ve imgeler arasındaki sınırlar silinmiştir. Bu durumda, gerçekliğin kendisi değil, bize sunulan versiyonunu yaşamaya başlarız. Reklamlardaki mükemmel aile tabloları, ideal bedenler, filtrelenmiş mutluluklar; bunlar çoğu zaman gerçeği değil, bir hayali, bir arzu nesnesini temsil eder. Ve bu temsiller zamanla içselleşir. Sadece nasıl görünmemiz gerektiğine değil, nasıl hissetmemiz, nasıl düşünmemiz gerektiğine dair de bir ölçü haline gelir. Görsel kültür, norm belirleyicidir.

Bu imgeler sadece sosyal medyada karşımıza çıkmaz. İş görüşmelerinde “temiz ve düzgün bir görünüm” kriteri, pasaport fotoğraflarında bile aranan belirli bir yüz ifadesi, haberlerde kullanılan dramatik fotoğraflar, hepsi belirli bir algıyı yaratır.

Bir çocuk ağlarken çekilen bir kare, bir politikacının gülümseyen yüzü ya da protestolarda çekilen bir görüntü… Tüm bu görseller biz farkında olmadan bir “hikaye” anlatır. Ve biz bu hikayelerin pasif izleyicileri değiliz. O hikayelerin içine doğar, onları hisseder, onlarla düşünmeye başlarız.

Görsel kültürün etkisi sadece dışsal değil. Bu imgeler zamanla süperegomuzun bir parçası haline gelebilir. Yani iç sesimiz, bize neyin “doğru” ya da “yanlış” olduğunu söyleyen o ses, toplumsal imgelerle şekillenmiş olabilir.

Örneğin bir çocuk ideal başarı tanımını yalnızca ders kitaplarından değil, reklamlardaki başarılı çocuk imgelerinden de öğrenir. Bir yetişkin, neyin güzel olduğuna dair fikrini kendi deneyimlerinden çok sosyal medyadaki görsellerden alabilir.

Bu da gerçeklik ile beklentiler arasında bir çatışma yaratır. Tatmin olamama, sürekli kendini yetersiz hissetme, kimlik karmaşaları ve duygusal tükenmişlik gibi birçok ruhsal zorlukta bu görsel bombardımanın izleri vardır.

Görsel kültürün etkisinden tamamen kaçmak mümkün değil. Ama onu fark etmek, bu etkilerle nasıl bir ilişki kuracağımıza dair bilinç geliştirmek mümkün. Hangi imgelerin bizde ne hissettirdiğini düşünmek, zamanla zihinsel sınırlarımızı yeniden çizebilir.

Psikolojik iyilik halini yalnızca bireysel içgörülerle değil, bu içgörülerin şekillendiği kültürel bağlamları fark ederek de geliştirebiliriz. Çünkü imgeler yalnızca dışarıda değildir. İçimizde de yaşarlar.

Previous
Previous

Yaşamın Dört Boyutunda Bütünlük Arayışı

Next
Next

Psikodinamik Terapi Nedir? Geçmişin Gölgesinde Kendini Keşfetmek